İktidara teşekkür borcu
- Ihsan Colak
- Feb 28, 2016
- 4 min read

Bu ülkenin son 13 yıla damgasını vuran bu iktidara bir teşekkür ve minnet borcu var. Bu teşekkür onların ve destekçilerinin sıklıkla dile getirdikleri kömür, makarna veya duble yollardan dolayı değil, ülkenin demokratik yapısını yeniden bir testten geçirdikleri, halkın farklı kesimlerinin demokrasi bilincine katkıda bulundukları, siyasi iktidara ve onun despotluklarına direnişin farklı yollarını keşfetmelerine yardımcı olduğu için...
Öncelikle her yirmi yılda darbe her on yılda muhtıra geleneğinin ultra postmodern örneği ile Türkiye'nin demokrasi direncini yeniden test etmemize yardımcı olmuştur. Bu Türkiye'deki demokrasi bilincinin gücünü, sistemin gerilimlere dayanıklılığını bize gösterdiği için ayrıca kıymetlidir. Çevremizdeki birçok otokrat yönetimler ve tarihteki diktatör rejimler bir darbe veya siyasi araçları kullanıp gücü ele geçirir geçirmez sistemle oynayarak yarı darbe ile iktidarlarını pekiştirir ve uzun süre yönetimi elde tutarlar. Irak, Suriye, Mısır'daki yönetimler neredeyse bütün yirminci yüzyılı kaplayacak birer diktatörlük hikayeleridir. Bu yönetimler oldukça uzun sürer ve gidişleri, eğer otokrat vadesi ile ölmemişse bir başka siyasi mücadele gerektirir. Vadesi ile ölenin yerine de bir başkası geçer ve sistem uzun yıllar devam eder. Bir dış müdahale olmaksızın bu tür rejimlerin içeriden el değiştirmesi imkansızdır.
Türkiye siyasi yapısında ise bu durum farklıdır. Sıklıkla şahit olduğumuz darbelerin ömürleri kısadır. İç ve dış baskılara dayanamayan darbeciler demokratik kanalları açmak zorunda kalırlar. Daha önce bir yabancı gazetecinin bu süreçle ilgili sorduğu soruya verdiğim cevap da bu yönde idi. Haziran 2014 yılında aramızda geçen konuşmada ona Türkiye'de darbe dönemlerinin siyasi, ekonomik ve sosyal nedenlerle iki yıldan fazla süremeyeceğini söylemiş ve ilave etmiştim; “Bir yılı şöyle böyle geçmiş bu süreç bir yıl daha sürer.” Tecrübelerim beni yanıltmadı. Süreç artçılarını da göz ardı etmememiz gereken bir süre içinde bitmeye yüz tuttu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kısa tarihi, heyecanla başlamış halk hareketlerinin seçkincileştiği örneklerle doludur. Milli mücadele ile başlamış ve cumhuriyete doğru giden yolda hemen ilk yılında muhaliflerini sindiren, otoriter eğilimlerin güç kazandığı, Hüseyin Avni Ulaş karşısında Recep Peker'lerin güç kazanması böylesi bir sürecin ilk aşamalarıdır. Uzun süren sivil siyasi iktidarlar da benzeri otoriterleşme eğilimi gösterirler. Askeri darbeler ülkenin kaderinin ayrılmaz parçaları olmuş ancak yukarıda bahsettiğim nedenlerle cumhurbaşkanlığı gibi sembolik bir makamı ellerinde tutsalar bile hızlıca sivil siyasete dönüşü gerçekleştirmişlerdi. 28 Şubat darbesi askerlerin sivil siyasetin yapısıyla değil ruhu ile mücadele ettikleri bu yüzden postmodern olarak algılanan son askeri darbe idi. Asker kendini sistemin ve rejimin bekçisi olarak tanımladığı için sistemde var olduğunu düşündükleri herhangi bir sapma karşısında kendilerinde müdahale hakkı görüyorlardı. Çoğunlukla sessiz karşılanan bu müdahaleler hoşnutsuz kitleler karşısında meşruiyetlerini ve itibarlarını kaybetmemek ve dış dünyaya karşı demokratik sistemin işlediğini göstermek için bir başka sivil siyasi yapıya yönetimi devretmek zorundaydı.
Toplumun bütün kesimleri ötekiliği tattı
Toplum gelişip olgunlaştıkça sivil siyasi hayata müdahale farklı şekiller almaya başladı. Önceleri toplumun ideolojik kutuplaşmalarında denge unsuru ve kurtarıcı olarak ortaya çıkan darbelerde darbeyi yapanlar kendilerini hakem konumuna oturttuklarından toplumda hüsnü kabul görmede zorluk çekmezlerdi. 28 Şubat ile Demokratik yapıya müdahale edenler kendilerini ilk defa hakem değil karşı çıktıkları sorunlu gördükleri yapıya karşı bir hasım görünümünde oldular. Bu onların diğer darbelerden daha az etkili, daha dışarıdan ve kısa süreli olmalarına neden oldu. Tam bir darbe olmadığı için de hukuki altyapısını ona göre dizayn edemediklerinden hukuksuzluklar içine düşüp birçoklarının daha sonra yargılanmalarına da neden oldu.
Böylesi bir müdahale ortamına tepki olarak seçilen AK Parti ve yönetici kadrosu ilk dönemlerinde bağımsız sivil siyaseti önemser görünen yapısı ile kitleleri etrafında topladı. Bununla beraber reform söylemleri ve kısa süreli de olsa demokrasiyi rayına oturtma çalışmaları ile takdir topladı. Ülkenin darbeci refleksi bu sefer farklı bir yol deneyip satranç hamleleri ile iktidarın zaaf ve yanlışlarını kullanarak sistemi kontrol etmeye girişti. Büyük ölçüde başarılı da olduğu bu süreçte, tecrübesiz kadroların üst üste yaptıkları yanlışlar oldukça etkili oldu. Özellikle art arda kazanılan seçimler bir güç vehmi ile birlikle iktidar zehirlenmesine neden oldu. Bir önceki darbe teşebbüsünde doğrudan hasım rolünün yıkıcılığını görenler bu yıkımın faturasını iktidara havale edip yeni bir siyaset mühendisliğine soyundular. Bu yeni süreçte hatalarından dolayı elleri kolları bağlı olan iktidar yine kısa manevralar, veya tabiri caizse tabutta röveşata atmaya kalkıştı. Ülkenin demokratik direnç mekanizmasının bir kez daha test edildiği bu süreç sonucunda Türkiye'de demokrasinin artık dönülmez bir yol olduğu bütün kesimlerce yüksek sesle dile getirilmiş ve deklare edilmiş oldu.
Herkesin gözünün önünde cereyan eden süreci uzun uzadıya anlatacak değilim ancak bu süreç ilk defa toplumun bütün kesimlerinin ötekiliği tattığı, mağdur olduğu, baskı karşısında kaldığı bir süreç olarak toplumda empati kültürünü geliştirme potansiyeline sahip. İkincisi farklı kesimlerin artık birbirlerine yaşam tarzlarından değil siyasi düşüncelerinden dolayı rakip oldukları ama sosyal hayatta pekala beraber yaşayabilecekleri ortak zeminlerde buluşabilecekleri bir dünyayı tanıtmıştır. Ötekiliği ve baskıyı tatmamış bir kitle kalmadığı için baskılara karşı ortak mücadele iradesini ortaya koyma becerileri de gelişmiştir. Her ne kadar yine de güvensizlik ve şüpheler olsa bile toplumun bir araya gelemeyecek kesimlerinin ortak tepkiler ve mücadele politikalarında buluşmaları ciddi bir kazanım olarak karşımızda duruyor. Tamamiyle marjinal addedilen Kürt hareketinin ülkenin kaos ortamından kurtuluşunda anahtar rolü üstlenmesi, kitlelerin ideolojik farklılıklara bakmaksızın farklı kombinasyonları desteklemeleri, siyasi bilincin gelişmesi için zemin hazırlamıştır. Son olarak da 80'lerin sonları ve 90'lar boyunca apolitik oldukları gerekçesi ile eleştirilen gençlik siyasete geri dönmüş, fikirlerle beraber aktif mücadeleler ile varlığını yeniden ispatlamıştır. Bütün bunlar demokrasinin gerilimi ve siyasi direnç noktalarının test edildiği şu dönemde gerçekleşmiştir. Bir ara dışarı çıksalar da bu gücü test etmemize yardımcı olanlara teşekkür etsek.
Comentários